Ekrem Düzen ile söyleşi: "Trol bir insanı çileden çıkarma uzmanı"
[sabitfikir.com sitesinden kaldırılan söyleşi arşivlemek amaçlı buraya kopyalandı]
Ekrem Düzen ile söyleşi: "Trol bir insanı çileden çıkarma uzmanı"
Ayşe ÇAVDAR
Edebiyatçılar olmayan kitaplarla uğraşadursun, biz Dr. Ekrem Düzen ile, olmayan insanların yazı teknolojisini kullanarak ürettikleri “münasebetsizliklere” bakmaya karar verdik. Dr. Düzen, İzmir Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi olmasının yanı sıra, Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’si gibi zor metinlerin çevirmeni. Mevzumuz, trollük müessesesi ve trolleri başımıza musallat olan müesses nizamın başlıca aktörlerinin haleti ruhiyesi…
Sosyal medya, malumat, fikir ve şaka paylaşma hallerimizi nasıl etkiledi? Sosyal medyada arzı endam eylememek ve fikir serdetmemek, hiç var olmamak ile aynı manaya geliyor artık. Sosyal medya böyle varoluşsal bir tuzak olmaya başladı mı sahiden?
Sosyal medya yeni bir medya biçimi gibi gelebilir pek çoğumuza ama Yunan şehir devletlerinin pazar meydanları ve forum alanlarından Toskana panayırlarına, Endülüs, Acem, Afgan illerinin köy düğünlerinden sünnet alaylarına, umum Akdeniz ve Levant’ın gizli açık meyhanelerinden kerhane sokaklarına dek sosyal hayatın daima mütemmim bir parçası olagelmiştir. Dolayısıyla günümüzde sosyal medyada olmak veya olmamak pazarda, forumda, düğünde, sünnette, meyhanede ve isminin anılması her daim münasip olmayan umuma açık yerlerde bulunup bulunmamakla aynı şeydir. Etimolojik olarak medya ve meydan kelimelerinin aynı kökten geldiğini, daha doğrusu ikisinin aynı kelime olduğunu da buraya not edelim.
Tuzak olma ihtimaline gelince, insanın varoluşu zorunlu olarak sosyaldir, ister eskinin meydanlarında olsun ister yeninin medyalarında, sosyal varoluşun kendisi bu tuzaktır zaten. Bu tuzaklara zoraki gönüllüler olarak düşeriz. Mesele tuzağın tuzak olduğunu idrak edip etmemektedir. Hem sosyal meydanda/medyada olayım hem tuzağa düşmeyeyim diye bir dünya yok.
Özne olmak ile görünür olmak arasında bir ilişki var mı? Sosyal medyada bu ilişki nasıl kuruluyor?
Fiziksel olarak var olmak, özne olarak var olmaya yetmez, varlığın tanınması icap eder. Bu tanınma icabı, şan şöhret merakına kadar uzar. Özne olarak var olabilmek için kişinin kendisini tanımak zorunda kalmış kişiler kümesinin (ana-baba, kardeş, çocuk, akraba, mecburi okulların mecburi öğretmenleri, mahallenin bakkalı) dışına çıkması gerekir. Fakat genellikle çıka çıka bir grup faydasız arkadaş ve daha da faydasız iş çevresine çıkılır. Yani ilk tanışma anından hemen birkaç dakika sonra bu çevreler de tıpkı ilk zorunlu küme gibi varoluşun tanınması açısından işe yaramaz hale gelirler. Kişinin olduğu şey ile bu zorunlu kümelerin kişiyi zannettiği şey maalesef aynı şeydir ve bu çok sinir bozucudur. Oysa kişi kendisinin olduğu şey olarak değil de olmak istediği şey olarak tanınmasını arzu eder. Fiziksel varlığın ötesine geçip bir özne olarak var olmanın koşulu böyle bir tanınma haline erişmektir.
Kişi ancak olmak istediği şeymiş gibi tanınmaya başladığında olmak istediği şeye dönüşmeye başlayabilir. Bunun gerçekten başarılıp başarılmadığının ölçüsü ise zorunlu kümelerin bir noktada, “Sen neymişsin be, biz seni hiç tanıyamamışız,” demesidir. İşte o an kişinin özne olarak varoluşa geldiği andır. Sosyal medya bu türden bir tanıma işini gören en pratik araçtır. Kolay veya tehlikesiz değildir, fakat çoktan seçmelidir ve aynı anda birden fazla şeklin denenmesine izin verir. Antik sosyal meydanlardan en büyük farkını da bu oluşturur. Eskiden yeni bir kimlik edinebilmek için şehir, hatta ülke değiştirmek gerekirdi. Şimdi oturduğunuz yerden istediğiniz kimliği edinebilir, aynı anda birden fazla kimlikle deneyler, denemeler yapabilirsiniz.
İsimsiz yazmak ya da bizim temsilimiz olmayan bir isimle yazmak, sözün ve faaliyetin mesuliyetinden kaçmak girişimi olarak görülebilir mi? Ne tür insanlar kaçar mesuliyetten? Bir diğer zaviyeden sual edecek olursak, acep ne türlü lakırdının mesuliyetini almak istemez bir âdem evladı?
Sosyal medya, kişi dilediği kılığa bürünebilsin diye var. Eskinin çarşı pazarı da böyleydi. Sosyal medyada kişi, seçtiği ve rıza gösterdiği mesuliyetleri alabildiği sürece var olmak isteyecektir. “Seçtiği ve rıza gösterdiği mesuliyetten de kaçarsa ne olacak?” diye sual edilecek olursa onun adı “alçaklıktır.” Alçaklık, çarşı pazarda nasıl kol geziyorsa sosyal medyada da öyle kol gezmektedir. Tabii şu da var: Nasıl ki sosyal medya bir kişinin aynı anda birden fazla kimlikle var olmasına olanak sağlıyorsa, yine bir kişinin aynı anda birkaç çeşit alçaklık yapabilmesine de olanak sağlıyor. Muhtemelen biraz da bu sebepten sosyal medya sorumlu davranışın en az görüldüğü mecralardan biri. Hem alçaklık yapabilmenin hem de alçaklıktan sakınabilmenin en kolay yolu kimliğini saklamak.
Siyasetin yeni meydanı olarak görmeye başladığımız trollerle malul sosyal medya, siyasetin dilini ve burada birbirimizle yüzleşme halimizi nasıl bir psikolojik çerçeveye büründürür?
Trol bir sinir etme ve insanı çileden çıkarma uzmanıdır. En büyük gıdası muhatabının sosyal nezaketidir. Trol, sosyal nezaketi boşa düşürür. Trole maruz kalanların, “Bak güzel kardeşim…” diye başladıkları lafı, “Ben de senin sülaleni…” diye bitirdikleri çoktur. Sosyal nezaket sahibi şahıs, trolle giriştiği tartışmayı, daha en başından anlatılmasına gerek olmayanı anlatmaya çabalarken kaybetmiştir. Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünden bile daha kesin olan şeyler hakkında trole dert anlatmaya çalışırken, kendisini, nesebinin sahihliğini savunurken buluverir.
Trol tuzağına düşenler biraz da kendi narsisizmlerine yenilmektedir. Laf söyleyerek laf anlatabileceğini zannetmek de bir tür sosyal narsisizm sonucudur. Herkes kendi aklını pek bir beğendiğinden karşısındaki kendi dediğine gelmezse derhal inciniveriyor. İncinmek, saldırıya geçmek için her bünyeye meşru sinyaller gönderir. Trol ise profesyonel inciticidir. Bu noktadan sonra olaylar bilindik şekilde gelişir.
Tartışma kültürünün bulunmadığı, uzlaşma kültürünün adrese bile uğramadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu biraz da birbirimizi sürekli trolluyor oluşumuzla ilgili. İncitmeden konuşamayışımız bizimle incitilmeden konuşulmadığındandır. Sosyal medyada bunun aksi örneklere rastlamak hemen hemen imkansız olunca incitme-saldırı döngüsü her türlü konuşmanın, tartışmanın, hatta beğenmenin normu haline geliyor.
* Görsel: Tufan Kızılırmak
"Bir kişi sosyal medyada aynı anda
birden fazla kimlikle var olabildiği gibi, aynı anda birkaç çeşit
alçaklık da yapabiliyor. Hem alçaklık yapabilmenin hem de alçaklıktan
sakınabilmenin en kolay yolu kimliğini saklamak."
Ayşe ÇAVDAR
Edebiyatçılar olmayan kitaplarla uğraşadursun, biz Dr. Ekrem Düzen ile, olmayan insanların yazı teknolojisini kullanarak ürettikleri “münasebetsizliklere” bakmaya karar verdik. Dr. Düzen, İzmir Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi olmasının yanı sıra, Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’si gibi zor metinlerin çevirmeni. Mevzumuz, trollük müessesesi ve trolleri başımıza musallat olan müesses nizamın başlıca aktörlerinin haleti ruhiyesi…
Sosyal medya, malumat, fikir ve şaka paylaşma hallerimizi nasıl etkiledi? Sosyal medyada arzı endam eylememek ve fikir serdetmemek, hiç var olmamak ile aynı manaya geliyor artık. Sosyal medya böyle varoluşsal bir tuzak olmaya başladı mı sahiden?
Sosyal medya yeni bir medya biçimi gibi gelebilir pek çoğumuza ama Yunan şehir devletlerinin pazar meydanları ve forum alanlarından Toskana panayırlarına, Endülüs, Acem, Afgan illerinin köy düğünlerinden sünnet alaylarına, umum Akdeniz ve Levant’ın gizli açık meyhanelerinden kerhane sokaklarına dek sosyal hayatın daima mütemmim bir parçası olagelmiştir. Dolayısıyla günümüzde sosyal medyada olmak veya olmamak pazarda, forumda, düğünde, sünnette, meyhanede ve isminin anılması her daim münasip olmayan umuma açık yerlerde bulunup bulunmamakla aynı şeydir. Etimolojik olarak medya ve meydan kelimelerinin aynı kökten geldiğini, daha doğrusu ikisinin aynı kelime olduğunu da buraya not edelim.
Tuzak olma ihtimaline gelince, insanın varoluşu zorunlu olarak sosyaldir, ister eskinin meydanlarında olsun ister yeninin medyalarında, sosyal varoluşun kendisi bu tuzaktır zaten. Bu tuzaklara zoraki gönüllüler olarak düşeriz. Mesele tuzağın tuzak olduğunu idrak edip etmemektedir. Hem sosyal meydanda/medyada olayım hem tuzağa düşmeyeyim diye bir dünya yok.
Özne olmak ile görünür olmak arasında bir ilişki var mı? Sosyal medyada bu ilişki nasıl kuruluyor?
Fiziksel olarak var olmak, özne olarak var olmaya yetmez, varlığın tanınması icap eder. Bu tanınma icabı, şan şöhret merakına kadar uzar. Özne olarak var olabilmek için kişinin kendisini tanımak zorunda kalmış kişiler kümesinin (ana-baba, kardeş, çocuk, akraba, mecburi okulların mecburi öğretmenleri, mahallenin bakkalı) dışına çıkması gerekir. Fakat genellikle çıka çıka bir grup faydasız arkadaş ve daha da faydasız iş çevresine çıkılır. Yani ilk tanışma anından hemen birkaç dakika sonra bu çevreler de tıpkı ilk zorunlu küme gibi varoluşun tanınması açısından işe yaramaz hale gelirler. Kişinin olduğu şey ile bu zorunlu kümelerin kişiyi zannettiği şey maalesef aynı şeydir ve bu çok sinir bozucudur. Oysa kişi kendisinin olduğu şey olarak değil de olmak istediği şey olarak tanınmasını arzu eder. Fiziksel varlığın ötesine geçip bir özne olarak var olmanın koşulu böyle bir tanınma haline erişmektir.
Kişi ancak olmak istediği şeymiş gibi tanınmaya başladığında olmak istediği şeye dönüşmeye başlayabilir. Bunun gerçekten başarılıp başarılmadığının ölçüsü ise zorunlu kümelerin bir noktada, “Sen neymişsin be, biz seni hiç tanıyamamışız,” demesidir. İşte o an kişinin özne olarak varoluşa geldiği andır. Sosyal medya bu türden bir tanıma işini gören en pratik araçtır. Kolay veya tehlikesiz değildir, fakat çoktan seçmelidir ve aynı anda birden fazla şeklin denenmesine izin verir. Antik sosyal meydanlardan en büyük farkını da bu oluşturur. Eskiden yeni bir kimlik edinebilmek için şehir, hatta ülke değiştirmek gerekirdi. Şimdi oturduğunuz yerden istediğiniz kimliği edinebilir, aynı anda birden fazla kimlikle deneyler, denemeler yapabilirsiniz.
İsimsiz yazmak ya da bizim temsilimiz olmayan bir isimle yazmak, sözün ve faaliyetin mesuliyetinden kaçmak girişimi olarak görülebilir mi? Ne tür insanlar kaçar mesuliyetten? Bir diğer zaviyeden sual edecek olursak, acep ne türlü lakırdının mesuliyetini almak istemez bir âdem evladı?
Sosyal medya, kişi dilediği kılığa bürünebilsin diye var. Eskinin çarşı pazarı da böyleydi. Sosyal medyada kişi, seçtiği ve rıza gösterdiği mesuliyetleri alabildiği sürece var olmak isteyecektir. “Seçtiği ve rıza gösterdiği mesuliyetten de kaçarsa ne olacak?” diye sual edilecek olursa onun adı “alçaklıktır.” Alçaklık, çarşı pazarda nasıl kol geziyorsa sosyal medyada da öyle kol gezmektedir. Tabii şu da var: Nasıl ki sosyal medya bir kişinin aynı anda birden fazla kimlikle var olmasına olanak sağlıyorsa, yine bir kişinin aynı anda birkaç çeşit alçaklık yapabilmesine de olanak sağlıyor. Muhtemelen biraz da bu sebepten sosyal medya sorumlu davranışın en az görüldüğü mecralardan biri. Hem alçaklık yapabilmenin hem de alçaklıktan sakınabilmenin en kolay yolu kimliğini saklamak.
Siyasetin yeni meydanı olarak görmeye başladığımız trollerle malul sosyal medya, siyasetin dilini ve burada birbirimizle yüzleşme halimizi nasıl bir psikolojik çerçeveye büründürür?
Trol bir sinir etme ve insanı çileden çıkarma uzmanıdır. En büyük gıdası muhatabının sosyal nezaketidir. Trol, sosyal nezaketi boşa düşürür. Trole maruz kalanların, “Bak güzel kardeşim…” diye başladıkları lafı, “Ben de senin sülaleni…” diye bitirdikleri çoktur. Sosyal nezaket sahibi şahıs, trolle giriştiği tartışmayı, daha en başından anlatılmasına gerek olmayanı anlatmaya çabalarken kaybetmiştir. Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünden bile daha kesin olan şeyler hakkında trole dert anlatmaya çalışırken, kendisini, nesebinin sahihliğini savunurken buluverir.
Trol tuzağına düşenler biraz da kendi narsisizmlerine yenilmektedir. Laf söyleyerek laf anlatabileceğini zannetmek de bir tür sosyal narsisizm sonucudur. Herkes kendi aklını pek bir beğendiğinden karşısındaki kendi dediğine gelmezse derhal inciniveriyor. İncinmek, saldırıya geçmek için her bünyeye meşru sinyaller gönderir. Trol ise profesyonel inciticidir. Bu noktadan sonra olaylar bilindik şekilde gelişir.
Tartışma kültürünün bulunmadığı, uzlaşma kültürünün adrese bile uğramadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu biraz da birbirimizi sürekli trolluyor oluşumuzla ilgili. İncitmeden konuşamayışımız bizimle incitilmeden konuşulmadığındandır. Sosyal medyada bunun aksi örneklere rastlamak hemen hemen imkansız olunca incitme-saldırı döngüsü her türlü konuşmanın, tartışmanın, hatta beğenmenin normu haline geliyor.
* Görsel: Tufan Kızılırmak
Yorumlar
Yorum Gönder